Bask Gezim!

 Herkese Merhaba, uzun süre sonra gezi yazısı yazmak beni oldukça heyecanlandırdı. Her güzel şey gibi kısa sürse de benim için unutulmaz bir gezi oldu. Hatta bana sorarsanız, Barcelona'yı gölgede bırakmış olabilir. Tabii ki Barcelona müzeleri, Gaudi'nin eserleri, görülecek yerleriyle apayrı bir şehir ama beni etkileyen Bask Bölgesi'nin atmosferi oldu.

Plaza de Moyua - Şehir Merkezi
 Gezimi anlatmadan önce bölge hakkında söylemem gereken birkaç şey var. Öncelikle burası, İspanya'nın diğer özerk eyaletleri gibi özerk bir bölge. Bu nedenle biz de genelde "Bask Bölgesi" diyoruz. Ama aslında tam çevirisi ispanyolların söylediği şekliyle "Pais Vasco" yani Bask Ülkesi. Tabii bize ülke içinde ülke mi olur dedirtiyor :)
  Bu bölgede İspanyolcanın yanında yerel dil olan Baskça konuşuluyor ki, ispanyolcayla uzaktan yakından alakası yok. Ama tabii ki herkes ispanyolca bildiğinden hiç sıkıntı yaşamadık, sokakta da sıkça ispanyolca duyduğumu söyleyebilirim.
 Son olarak, bildiğiniz gibi Bask Bölgesinde de Katalanlar gibi ayrılıkçı politikayı destekleyenler var ve bölge ETA örgütüyle ünlenmiş. Ancak terör örgütü yıllar içinde eylemlerini durdurmuş son olarak da örgüt kendisini tamamen feshetmiş ve şu an bölgede güvenlik sorunu yok. Ne mutlu ki sonrasında turizm de canlanmış.
 Ancak gördüm ki her zaman sert ve güçlü olarak bilinen Bask insanı, daha barışçıl bir atmosferde eylemi, protestoyu elden bırakmamış. Mesela 10bin nüfuslu bir kasaba olan Lekeitio'da yürürken cinsel istismarı protesto eden 100 kişilik bir grupla karşılaştık. Veya San Sebastian'ın meşhur plajlarından birinde emlak vergisini protesto eden, hiç el sürülmemiş dev kum yazısıyla karşılaştık. Bunun dışında ne zaman kafanızı kaldırsanız balkonlara asılmış çeşitli protesto bayrakları, hatta katalan bağımsızlık bayrakları bile görebilirsiniz. Balkonlardaki prostestoların büyük çoğunluğunu oluşturan konulardan birisi de şu. Yıllar içinde hapis cezası alan ETA örgütüyle bağlantılı kişiler Bask Bölgesi'nden uzakta farklı şehirlerdeki hapishanelerde kaldıklarından aileler ziyarete gitmekte zorlanıyormuş. Suçluysa da Bask bölgesinin suçluau, bırakın burada cezasını çeksin, bu şekilde aileleri de cezalandırmayın demek için insanlar bu bayrakları asıyorlarmış.

Güzel Mimarisi ve Pankartlarıyla Bilbao 

IBI yani emlak vergisini ve en düşük emekli maaşını plajda protesto eden biri 

 Bu derin mevzuları bir kenara bırakırsak şimdi gelelim işin turistik kısmına :)

 Bu yazıda önce gördüğüm yerleri paylaşıp, yeme içme kısmını en sona bıraktım.

 Gezimize Bilbao'dan başladık. Doğrudan Bilbao havaalanına indim ki, sanırım Adana Havalanından daha küçük bir yer :) Ulaşım çok kolay, 15dakikada bir şehir merkezine shuttle var, ücreti 3euro ve 10 dakika filan sürüyor. Bilbao'yu gezmek için 1 gün yeterli sayılır. Guggenheim müzesine girecek kadar vaktimiz olmadığı için başlı başına bir eser olan müze binasını dışarıdan gördük. Zaten şehrin her tarafı mimari açıdan büyüleyici binalarla dolu, bir nevi açık müze.

Guggenheim Müzesi
Guggenheim Müzesi

Gran Via Caddesi'nden geçip şehrin işlek yerlerini dolaşmak, nehir boyunca yürüyüp meşhur köprüleri görmek ve bence en turistik ve en güzel kısmı olan Casco Viejo'yu (old town) görmek yapılacak şeylerin başında geliyor. Casco Viejo, Barcelona'nın Gotik Mahallesine benziyor ama daha sıcak bir atmosferi var diyebilirim.

Şehirdeki göz alıcı binalardan sadece biri

Casco Viejo
Casco Viejo
 Biraz daha tepeye tırmanırsanız, Begoña Basilikası’nı ziyaret edebilirsiniz. Burada gerek hacı olmak için, gerek turistik amaçlarla El Camino de Santiago’da yürümekte olup Basilika’ya uğrayan bir sürü yolcu gördük.

Basilica de Begoña


 Son olarak Mercado de la Ribera’da manzaraya karşı lezzetli pincholar yemenizi öneririm. Şehir merkezine göre de fiyatlar daha uygun.

Mercado de La Ribera


 Bilbao’dan sonra yolumuzun üstünde Guernica’ya uğradık. Bildiğiniz gibi burası Picasso’nun meşhur tablosunun konusu olan, İspanya İç Savaşı’nda Franco’ya destek veren Almanya ve İtalya tarafından bombalanan kasaba. Saldırı geriye yerle bir olan kasaba ve ölen binlerce sivil bırakmış. Savaş süresince sivillere yapılan ilk saldırı olmasıyla tarihte önemli bir yere sahip.

 Görülecek yerlerin başında Guernica ağacı, Toplantı binası ve Barış Müzesi var. Tabii ki bir de Picasso’nun tablosunun bir kopyası. Guernica ağacı, Bask insanının geçmişten gelen bir geleneğini temsil ediyor. Bu kültürde ağaç, bölge halkının toplantılar için kullandığı bir buluşma noktasıymış ve zamanla bağımsızlığın sembolü haline gelmiş. Guernica'daki bu ağaç da, saldırıdan kurtulan birkaç önemli yapıdan biri olması sebebiyle oldukça anlamlı.



 Guernica'dan sonra yolumuzu Kortezubi'de bulunan Bosque de Oma'ya yani Oma ormanına çevirdik. Burası dağların arasında, birkaç çiftliğin ve ormanın bulunduğu bir köy. Bu ormanı görülmeye değer kılan şey, ressam Agustin Ibarrola'nın ormanı bir tuval olarak kullanarak ortaya çıkarttığı eser. Ormanda 3km'lik bir yürüyüş ile alana varılıyor ve giriş ücretsiz. Ağaçlara farklı perspektiflerden bakarak farklı eserler gördüğünüzden yerdeki küçük okları takip etmek önemli. 1982 yılında yapılan bu eser, sanatçının sosyo-politik düşüncesini ve sanata bakış açısına dair de çok şey ifade ediyor.



Bosque de Oma 

 3-4 saatlik orman turumuzdan sonra güneşin de geç batmasını fırsat bilerek yolumuza devam edip Lekeitio'ya vardık. Burası küçük bir yazlık kasaba, okulların tatil olması sebebiyle her taraf çocuklarla dolu ve çok hareketliydi. Bu kadar hareketli olmasının dışında, daha sonra denize girmek için gittiğimiz plajlara kıyasla fiyatlar oldukça uygundu.

 Burada denizin ortasında küçük bir ada var. Deniz suyunun geri çekildiği zamanlarda adaya yapılan yürüyüş yolu ortaya çıkıyor ve bu yolu yürüyerek adaya ulaşmak mümkün oluyor. Maalesef biz gittiğimizde yol görünmüyordu.

Lekeitio

 Geceyi Mutriku denen 5bin nüfuslu küçük bir kasabada geçirdik. Kasabanın ekstra bir özelliği olmasa da Bask bölgesindeki birçok deniz kasabası gibi tarihi binaları ve doğasıyla oldukça keyifliydi.


Mutriku'da kaldığımız yerden az buçuk manzara
Her yerde 3-4 katlı apartmanlar varken manzaranın ortasına bilmem kaç katlı binayı konduranın bizden biri olmasından şüpheleniyoruz :)

 Yolun buraya kadar olan kısmını arabayla gezmiştik. Ertesi gün yakın bir kasabaya ulaşıp trenle San Sebastian'a gittik.

Playa de La Concha

 San Sebastian'da artık manzaraya doyduk diyebilirim. Şehir merkezini gezdikten sonra önce okyanus manzarası boyunca Monte Urgull etrafında bir tur atıp, merkezde leziz pincholarla karnımızı doyurduk. Daha sonra meşhur plaj "Playa de La Concha"ya uğradık. Denize girmek planımızın bir parçası olmasa da plajda deniz kenarında yürümekten kendimizi alamadık ve Peine del Viento'ya yolan yolumuzun büyük bir kısmını plajdan yürüyerek gittik. Buradan sonra fünikülerle Monte Igueldo'nun tepesindeki 100 yılı aşkın geçmişi olan lunapark'a çıktık. Sanırım burası da Barcelona'nın Tibidabo Park'ına benzetilebilir. Doğrusu San Sebastian'ın en güzel manzarası burasıydı ve bence şehirde en yapılmaya değer şey diyebilirim. Eğer giderseniz kayıkla bir tur atmayı ihmal etmeyin :)

Playa de La Concha ve arkada Monte Urgull

Monte Igueldo'nun tepesinden San Sebastian

 Son günümüzü birkaç kasabaya uğrayıp plajda geçirdik. Plajda diyorum çünkü deniz benim için biraz soğuktu ve fazla yüzüp keyfini çıkartamadım. Ayrıca şaşırtıcı bir şekilde yeme içme San Sebastian'dan daha pahalıydı. Ama tüm plajlar ücretsiz girişe sahip ve hepsi tertemiz olduğundan çantanızı hazırlayıp gönlünüzce tadını çıkartabilirsiniz. Turistik restoranlara muhtaç değilsiniz.

 Yeme içmeye gelincee, öğle ve akşam yemeklerimizin çoğunu pincholarla geçirdik, özellikle Bask bölgesinde her biri birbirinden lezzetli. Tabii ki deniz mahsülleriyle ünlü bu bölgede bolca balık tatmanızı öneririm.

Bilbao- Mercoda de La Ribera

San Sebastian Taberna Jatetxea

San Sebastian Taberna Aralar

 Mutriku'da bir akşam yemeğinde el cogote de merluza yani merluza balığı boynu yedik, türkçesi barlam balığı sanırım ama buralarda var mı emin değilim. Yalnız açlıktan olacak balığın fotoğrafını çekmemişim :) Yine de gittiğiniz yerde denemenizi öneririm çünkü bu bölgede gerçekten çok güzel yapıyorlar.

 San Sebastian'a gitmişken tabii ki Türkiye'de son dönemde meşhur olan San Sebastian Cheesecake'ten yemeyi ihmal etmedik. Doğrusu, bu tatlı buraya özgü değil, New York Cheesecake denen cheesecake'in sade versiyonu. Ancak burada La Viña adlı bir cafede inanılmaz meşhur olmuş ve bu şekilde yayılmış. Şansımıza burası tatil nedeniyle kapalıydı. Ancak aynı sokakta benzer restoranların birkaçında daha aynı tatlıdan bulunuyordu. Biz de bunlardan birinde denedik ve lezzetine tam puan verdik.

La Viña kapalı olduğundan cheesecake'i Batzan'da denedik.

Umarım yazımı okumaktan keyif almışsınızdır!

Son olarak, San Sebastian'dan aldığım Nomad kahve çekirdekleri için insagramda @kahvetrip hesabıyla bir çekiliş düzenliyoruz. Çekilişe henüz katılmadıysanız işte linki burada: https://instagram.com/p/BkumVaBDAS0/







Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı olmuş. Bilmediğim yeni yerler gördüm. Bu bölgeyi de gidip görmek lazım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar